7 Eylül 2011 Çarşamba



 







Sevgi ve nefret beyinde yan yana

Londra College Üniversitesi’nde çalışan Türk sinirbilimci Semir Zeki ve John Romaya, nefretten sorumlu beyin bölgesini buldu. Nefret; korku ve öfkenin aksine farklı beyin bölgelerini etkinleştiriyor ve iki bölgeyi de sevgiyle paylaşıyor. Yani, beyinde sevgi ve nefret yan yana duruyor.
Londra College Üniversitesi’nde çalışan Türk sinirbilimci Semir Zeki ve John Romaya, nefretten sorumlu beyin bölgesini buldu. Nefret, korku ve öfkenin aksine farklı beyin bölgelerini etkinleştiriyor ve iki bölgeyi de sevgiyle paylaşıyor. Buna göre nefret ve romantik duygularda “Putamen” ve “İnsula” (adacık) olarak bilinen bölgeler etkinleşmekte.
Zeki, Putamen bölgesinin hareketleri hazırladığını söylüyor. İnsula ise rahatsız edici uyarımlara reaksiyon göstermekte. Nefret duyguları Putamen ve İnsula dışında ayrıca saldırganlıkla ilişkili olduğu bilinen beyin bölgelerini de etkinleştirmekte.
Araştırmacılar fonksiyonel rezonans tomografisiyle nefret ettikleri insanların resimlerine bakan 12 katılımcının beynini inceledi. Resimde görülen kişiler genelde eski sevgililer veya meslekteki rakiplerdi. Araştırmacılar her katılımcının nefret duygularını 0-72 arasında değişen puan cetveline göre sınıflandırdı. Katılımcıların nefret duyguları çok yoğun olduğu zaman söz konusu bölgelerde çok daha yüksek etkinlik saptandı. Sonuçlar, kriminal olaylardaki suç motiflerinin değerlendirilmesi açısından ilginç olabilir.

Mutluluk bulaşıcı

Son yapılan araştırmalara göre duygular, alışkanlıklar ve davranışlar bulaşıcı. Başkalarının üzerimizdeki etkisi sandığımızdan daha fazla. Öyle ki bazen hiç karşılaşmadığımız insanların etkisinde bile kalabiliyoruz.
Harvard Üniversitesi’ndeki bilim insanlarının yürüttüğü bir araştırmaya göre duygudurumumuz üzerinde başkalarının etkisi tahminlerimizden daha fazla. Öyle ki bu “başkaları” yalnızca birinci dereceden arkadaşlarımız olmayabiliyor; arkadaşlarımızın arkadaşlarının arkadaşlarının duygudurumu -daha önce hiç görmediğimiz üçüncü dereceden uzak arkadaşlar- sosyal ağ üzerinden bir virüs gibi bizlere bulaşabiliyor.

Gerçekten de bu, birbirini etkileme olgusu, henüz tam olarak anlamadığımız bir şekilde arkadaşlık ağı üzerinden yayılıyor. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden tıbbi sosyolog Nicholas Christakis, mutluluk, depresyon, obezite, içki ve sigara alışkanlığı, sağlık takıntısı, özel bir müzik ve yiyecek türü tercihi, hatta intihara yatkınlık gibi duygu ve davranış şekillerinin “Suya atılmış çakıl taşları gibi” sosyal ağlar üzerinden yuvarlanarak yol aldığını ileri sürüyor..

Yalnızca yakın çevremizdekilerin değil, tanımadığımız insanların duygudurumlarından, sağlık durumlarından ve alışkanlıklarından etkilendiğimiz düşüncesi ilk bakışta korkutucu gelebilir. Bu bir anlamda yaşantımızda kontrolü başkalarının ellerine teslim ettiğimiz anlamına geliyor. Çünkü toplumsal etkileşimler genellikle bilinçaltı düzeyde seyreder.

Columbia Üniversitesi’nden sosyolog Duncan Watts, bu konuda tedirginlik yaşamanın gereksiz olduğunu söyleyerek şöyle konuşuyor: “Sosyal etkileşim çoğu zaman iyi bir şeydir. Öncelikle yapısal açıdan sosyal yaratıklar olduğumuzu kabullenelim. Kim olduğumuz ve ne yaptığımız genellikle çevremize çizdiğimiz küçük dairenin dışında kalan güçlerin etkisi ile şekillenir. Bu gerçeği de reddetmeyelim. Dahası, sosyal bulaşıcılık diye bir kavramın farkında olduğumuz zaman bundan etkilenmemenin yollarını da bulabiliriz. Belki de bu olguyu kendi lehimize çevirebiliriz.” İnsanların, etkisi altında oldukları sosyal ağ üzerinde az da olsa bir kontrolleri bulunduğunu ileri süren Christakis, bu şekilde dizginleri tümüyle elden kaçırma riskinin düşük olduğuna inanıyor.

Christakis son araştırmasında mutluluğun insandan insana nasıl bulaştığını araştırmış. Bu araştırmada denek olarak 1948 yılından sürmekte olan Framingham Kalp Araştırması’na katılan deneklerden yararlanan Christakis ve ekibi, mutlu insanların kümeleşme eğilimi taşıdığını ortaya çıkartmış. Bunun nedeni tahminlerin aksine mutlu insanların kendiliğinden birbirlerine yönelmeleri değil. İnsanların bilinçli arkadaş seçiminden bağımsız olarak, mutluluğun sosyal temas yoluyla yayılma şekline bağlı olarak mutlu insanlar bir araya gelebiliyor.

Ayrıca, mutluluğun yalnızca yakın çevredeki arkadaşların mutluluğuna değil, arkadaşın arkadaşının, arkadaşın arkadaşının arkadaşlarının mutluluğuna da bağlı olduğunu ortaya koyan Christakis, “Bir insanın ne kadar çok sayıda arkadaşı varsa o kadar mutlu olması şaşırtıcı gelmeyebilir. Ancak önemli olan arkadaşların sayısı değil, bu insanların mutlu olup olmamalarıdır” diye konuşuyor.


Mutluluğun yayılmasında karşı cins
Christakis, ayrıca, bu etkinin herkes için aynı olmadığını da keşfetmiş. Başkalarının mutluluğundan ne kadar etkilendiğiniz o insanlarla aranızdaki ilişkinin cinsine da bağlı olabiliyor. Örneğin, birkaç kilometre ötenizde yaşayan yakın bir arkadaşınız şu ya da bu nedenle mutlu olduysa, bu olay sizin de mutlu olma şansınızı %60 oranında arttırabilir. Tam tersi, kapı komşunuz mutlu olduğu zaman bu oran yarıya düşebiliyor. Ayrıca aynı evde yaşadığınız kardeşinizin mutluluğunda, sizin mutlu olma olasılığınız bunun da yarısına inebilir. Şaşırtıcı olan, aynı evde yaşayan çiftlerden birinin mutluluğunun diğerini ancak %10 oranında mutlu edebiliyor olması. Bu da sosyal salgınların bir özelliğinin daha ortaya çıkmasına yol açıyor: Sosyal mutluluk, cinsiyeti aynı olan arkadaşlar arasında daha etkili bir şekilde yayılıyor.


Empatik taklitçilik
Bütün bunlar kilit soruyu gündeme getiriyor: Mutluluk gibi bir duygu nasıl salgın şeklinde yayılabiliyor? Bazı bilim insanları bu sonunu yanıtını “empatik taklitçilik”te arıyor. Psikologlar uzun süredir insanların farkında olmadan karşılarındakinin yüz ifadesini, konuşma tarzını, duruş şeklini, vücut dilini ve diğer davranışlarını kopyaladıklarını biliyor. Ve bunu da akıl almaz bir beceri ve hızla yapabilmeleri ayrıca ilgi uyandırıyor. Bunun sonucunda da bir çeşit sinirsel geri besleme mekanizması üzerinden, insanların taklit ettikleri davranışla ilgili duyguları yaşamalarına yol açabiliyor. Almanya’da Tübingen Üniversitesi’nden Barbara Wild ve meslektaşları yüz ifadesi ne kadar derinse, gözlemcilerin yaşadıkları duygunun da o kadar güçlü olduğunu ileri sürüyor (Psychiatry Research, vol 102 p 109). Wild bu sürecin insanın beyninde doğuştan var olduğunu düşünüyor.

Diğer bilim insanları, burada etkili olan mekanizmanın “ayna nöron” faaliyetleri olduğunu ileri sürüyor. Bir çeşit beyin hücresi olan ayna nöronlar, bir eylem yaptığımızda ve aynı eylemi başkalarının yaptığını izlediğimizde faal duruma geçiyor. Bu mekanizmada kesin olan tek şey, bilinçsiz taklitçiliğin karşımızdakinin gerçek duygularını dozu azaltılmış bir yansımasını yaşamamıza yol açtığı.

Gerçek yaşamda duygusal bulaşıcılığını izlerini görmek mümkün. Örneğin depresyon geçirmekte olan bir öğrencinin yatakhane arkadaşının da depresyonu girme olasılığı çok yüksektir. Bu olasılık birlikteliğin süresi uzadıkça artar. Ne var ki bugüne dek hiçbir araştırma niçin bazı insanların duygularının daha bulaşıcı olduğunu ve bazı insanların niçin bu duyguları daha güçlü bir şekilde yaşadığına açıklık getiremiyor. Öte yandan niçin bazı arkadaşların mutluluğu bizleri kardeş mutluluğundan daha fazla etkiliyor? Bunun da altında yatan nedenler bilinmiyor.


Sosyal normların yayılması
Bu bağlamda iki etmenin kritik bir rol oynadığı görülüyor. Bunlar sosyal temasın sıklığı ve ilişkinin gücüdür. Duygusal bulaşıcılığın fiziksel yakınlık gerektirdiği kimseye şaşırtıcı gelmeyebilir. Ayrıca bir insana ne kadar yakınlık duyarsak, bu kişinin duygularını o kadar doğru algılarız ve bu duyguları o kadar da yoğun içselleştiririz.

Duyguların sosyal ağlar üzerinden insandan insana bulaşması gibi başka davranışlar da taklit yoluyla yayılabiliyor. Christakis ve ekibi 2007 yılında gerçekleştirdikleri bir çalışmada obezitenin de mutluluk gibi yayıldığını ortaya çıkartmış. Kilo alma riskinin, arkadaşların ve yakın çevredeki insanların kilo almasıyla arttığını keşfeden Christakis, The New England Journal of Medicine isimli tıp dergisinde yer alan makalesinde “Bir insanın şişmanlama riski, yaşından bağımsız olarak, arkadaşının kilo almasıyla %57, kardeşinin kilo almasıyla %40, eşinin kilo almasıyla %37 oranında artıyor” diye yazıyor. (vol 357, p 370).

Ancak komşuların hiçbir etkisinin olmaması ve bir arkadaşın ne kadar uzakta yaşadığının önemli bir fark yaratmaması, obezitenin mutluluğa göre farklı bir mekanizma üzerinden etkili olduğunu gösteriyor. Burada davranışsal taklitçilik yerine sosyal normlara uyum yeteneğinin etkili olduğu görülüyor. Mutlulukla kilo alma arasındaki benzerlik ise aynı cinsiyetten gelen arkadaşların ve akrabaların daha güçlü bir etki yaratması.

Sosyal normların yayılması sigara içme alışkanlığı konusunda da etkili bir kavram. Ne kadar fazla sayıda insan sigarayı bırakırsa, sigara içmeyi sürdüren insanların üzerlerindeki baskı da o kadar artıyor. Bu durumda insanlar daha çok yakınlarında bulunan insanlardan etkileniyorlar. Eşin sigaradan vazgeçmesi durumunda diğer eşin sigarayı bırakması olasılığı %67’e çıkabiliyor. Ayrıca arkadaşların eğitim düzeyi ne kadar yüksek ise birbirlerini etkileme oranı da o kadar artıyor (The New England Journal of Medicine, vol 358, p 2249).


Üç derece yakınlık kuralı
Mutluluk, obezite ve sigara içme gibi duygu ve davranışların eskiden yakın çevrenin etkisiyle şekillendiği düşünülürdü. Oysa şimdi bunların sosyal güçler tarafından şekillendiği anlaşılıyor. Ayrıca bu alışkanlıkların üç derece yakınlık kuralına uyduğunu ortaya koyan Christakis, daha uzak akraba ve arkadaşların etkili olmadığını ileri sürüyor. Neden üç derece yakınlık? Christakis’e göre bunun nedeni “Yıl içinde arkadaşlar aynı kalırken, arkadaşın arkadaşının arkadaşı değişebiliyor ve farklı insanlar ortaya çıkıyor.”
Bu da başka bir soruyu gündeme getiriyor: Sosyal ağların mimarisini ve bizim bu ağ içindeki yerimizi ne şekillendiriyor? Bunda pek çok etmen etkili. Nerede yaşadığımız, nerede çalıştığımız, ailenin büyüklüğü, eğitim, din, gelir düzeyi, meraklar gibi etmenlerin yanı sıra Christakis son çalışmasında genlerin de önemli bir rol oynadığını ortaya çıkartmış.


Yeni arkadaşlıklar/eski arkadaşlıklar
İnsanlar yeni trendlere uygun arkadaşlıklar kurabilirler. Örneğin kilo vermek istiyorsanız, spor kulüplerine devam eden insanlarla daha fazla vakit geçirebilirsiniz. Christakis bu konuda şu öneride bulunuyor: “Aslında eski arkadaşlarla bağları kopartmak yerine onlarla daha az zaman geçirmek gibi daha akıllıca bir tutumu benimseyebiliriz. Örneğin tembel ve depresif insanlarla koşullar gereği bir zamanlar arkadaş olmuş olabilirsiniz. Ancak ömrünüzü bunlarla geçirmek zorunda değilsiniz. Ayrıca bazı insanları eleme şansınız yok ise bunların vücut dillerini ve yüz ifadelerini taklit etmemeye dikkat edin. Böylece bulaşma riskini de olabildiğince azaltmış olabilirsiniz."

Türklerin sadece yüzde 16’sı mutlu

Amerikan araştırma şirketi Gallup’un araştırmasına göre Türkiye, 124 ülke arasında dünyanın en mutlu 75’inci ülkesi oldu. Araştırmaya göre mutlu Türklerin oranı mutlu Iraklı oranıyla aynı.

Amerikan araştırma şirketi Gallup’un 2010 yılı boyunca dünyanın 124 ülkesinde yürüttüğü “mutluluk anketinin” sonuçları açıklandı. Milliyet gazetesinde yer alan haberde yer verilen araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye , 124 ülke arasında dünyanın en mutlu 75’inci ülkesi oldu.
15 yaş ve üzerindeki 1000 yetişkinle görüşülerek yapılan araştırmada katılımcılardan hayatlarındaki mutluluğu 0 ila 10 arasında derecelendirmeleri istendi.
Araştırma şirketi bu derecelendirmeleri, 7 ve üzeri “mutlu”, 7 ila 4 arası “zorlanıyor”, 4 ve altı da “acı çekiyor” şeklinde gruplandırdı. Araştırma sonucunda dünyanın yüzde 21’inin,Türkiye’nin ise yüzde 16’sının “mutlu” olduğu görüldü. Araştırmada başka çarpıcı sonuçlar da elde edildi:
AVRUPA MUTLU
  • Çoğunluğu Avrupa’da bulunan, toplam 19 ülkede mutluluk ortalamasının yüzde 50’inin üzerinde olduğu görüldü.
  • Araştırmanın gerçekleştirildiği 124 ülkeden 67’sinde nüfusun yüzde 25’inden daha azı “mutlu” bir yaşam sürüyor. Türkiye de yüzde 16’lık bir oranla bu 67 ülke içerisinde yer aldı.
  • Türklerin yüzde 16’sı “mutlu.” Yüzde 70’i “zorlandıklarını”, yüzde 14’ü ise “acı çektiklerini” söylüyor.
IRAK'LA AYNI DÜZEYDE
  • Gallup’un araştırmasında Türkiye ve Irak’ta ‘acı çekenler’in oranının aynı olduğu görüldü.
  • Araştırmaya göre Orta Doğu’da yüzde 63’lük bir oranla en mutlu ülke İsrail oldu.
EN MUTLU ÜLKE DANİMARKA
  • 124 ülkeyi kapsayan araştırmaya göre dünyadaki en mutlu ülke Danimarka. Danimarka’da yaşayanların yüzde 72’si mutlu olduğunu belirtmiş. Danimarka’yı yüzde 69 oranı ile İsveç ve Kanadatakip ediyor.
AMERİKA’DA MUTLULUK AZALDI
  • 2010 yılında Avrupalıların mutluluğu artarken, Afrika ve Amerikalıların mutluluğu ise azaldı. Asyalıların mutluluk oranlarında ise bir değişme görülmedi.

Duygusal yüz ifadesi duyu algısını değiştiriyor

Araştırmacılar, yüz ifadelerinin, farklı durumlara uyum sağlayabilmemiz için geliştiğine inanıyor. Araştırmayı gerçekleştiren Kanadalı araştırmacılara göre, korku ifadesi yansıyan bir yüzün görüş alanı genişlerken, göz hareketleri hızlanıyor ve burun delikleri genişliyor. İğrenme durumunda ise tam tersi söz konusu, yani gözler kısılır ve burun delikleri küçülür.

Korku veya iğrenme nedeniyle yüz ifadesini değiştiren kimse duygularını göstermekle kalmayıp, duyu algısını da değiştirmekte.
Araştırmayı gerçekleştirilen Kanadalı araştırmacılara göre korku ifadesi yansıyan bir yüzün görüş alanı genişlerken, göz hareketleri hızlanıyor ve burun delikleri genişliyor. İğrenme durumunda ise tam tersi söz konusu, yani gözler kısılır ve burun delikleri küçülür.
Araştırmacılara göre iki durum da gayet mantıklı. Korku anında tehlike hakkında mümkün olduğunca çok bilgi edinmek yararlı olabilir çünkü. Oysa iğrenme anındaki reaksiyon hastalığa neden olabilecek bir objeye karşı verilmekte. Bu nedenle de pis koku ne kadar az solunursa o kadar iyi. Bilim insanları duygusal yüz ifadelerinin insanlar için önemli olduğunu biliyor.
Duygusal yüz ifadeleri hemen hemen tüm kültürlerde ayırt edilebilmekte, hatta insan beyninde duygusal ifadelerin tanınmasından sorumlu bir bölge bile var. Halihazırdaki teoriye göre bu yüz ifadeleri önemli birer iletişim aracı olduğu kadar, tehlike ve beklenmedik anların uyarılmasında da büyük bir önem taşır.
Peki ama korkan bir insanın yüz ifadesi niçin olduğundan farklı olmuyor? Charles Darwin bile bunun bir rastlantı olmadığını, değişen yüz ifadesinin duyu algısı üzerinde etkili olduğunu tahmin etmişti.
Bu tezi kontrol etmek isteyen Toronto Üniversitesi'nden Joshua Susskind ve ekibi deneklerden korkuyu ve iğrenmeyi yansıtan yüz ifadelerini taklit ederken çeşitli algı testlerini çözmelerini istemişler. Korku anında gözler daha fazla açılınca görüş alanı büyümekte, göz hareketleri hızlanınca da iki obje arasında kalan alan daha çabuk taranabiliyor. Ve genişlemiş burun delikleri sayesinde daha fazla hava solunmakta.
İğrenme ifadesinde ise tam tersi bir etki görülmüş. Araştırmacılar bu nedenle yüz ifadelerinin farklı durumlara uyum sağlayabilmemiz için geliştiğine inanıyor. Daha sonra ise bunların aynı zamanda iyi bir iletişim aracı olduğu ortaya çıkmış olabilir diyen bilim insanları, bundan sonra sevinç, şaşkınlık veya kızgınlık gibi yüz ifadelerinin de benzer bir şekilde gelişip gelişmediğini öğrenmeye çalışacaklar.

Depresyondan koruyan gen

Edinburgh Üniversitesi araştırmacıları, insanları bipolar bozukluktan koruyan bir gen varyantı saptadılar. PNAS dergisindeki araştırma yazısına göre bu gen varyantını taşıyanların, “manik depresyon” olarak adlandırılan psişik hastalığa yakalanma olasılıkları daha düşük.

Edinburgh Üniversitesi araştırmacıları, insanları bipolar bozukluktan koruyan bir gen varyantı saptadılar. PNAS dergisindeki araştırma yazısına göre bu gen varyantını taşıyanların, “manik depresyon” olarak adlandırılan psişik hastalığa yakalanma olasılıkları daha düşük. Söz konusu gen, glutamat reseptörünün bilgilerini taşıyor. Yani beyinde önemli bir uyarı maddesi olan glutamatın yapıtaşı. Araştırmacılar bu genin kısalmış bir varyantını bulmuşlar. İşte bu gen bipolar bozuklukların gelişimini önlemekte. Bu mutasyon ilginç bir şekilde, glutamat tanıma proteinin doğrudan kopyası olan gen alanının dışında kalıyor. Anlaşıldığı üzere kalıtım, yalnızca mRNA’yı yani protein sentezi bilgilerini taşıyan sekansta değişmiş. Araştırmacılar mutasyona uğramış bu mRNA’nın normal biçiminden çok daha dayanıklı olduğunu tahmin ediyorlar. Bu geni taşıyan hücre daha fazla mRNA üretiyor. Daha fazla mRNA ise, hücrede daha fazla glutamat tanıma proteininin üretilebildiği anlamına gelmekte. Bu da hücrelerdeki glutamatın çok daha etkili olduğunu gösteriyor.
Glutamat ve hücre duvarlarındaki tanıma reseptörleri birçok psişik hastalıkta rol oynamakta. Glutamat reseptörlerinin yetersizliğinde bipolar bozukluklar dışında, şizofreni, depresyon ve otizm gibi hastalıklar da gelişebilmekte. Fakat tek bir değişimin niçin bu kadar çeşitli etkiler yaptığı henüz bilinmiyor. Bipolar bozukluk Avrupa’da daha çok yetişkinlerde ve gençlerde görülmekte. Çocuklarda teşhis edilmesi zordur. Çünkü semptomlar yetişkinlerdekinden farklı ve daha çok dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu semptomlarına benzer.